Müslim, İman, 73) “Kul, gözleri gördüğü hâlde Allah’ın kendisini âmâ olarak diriltmesinden korksun! Hikmetten anlayana manalı bir söz kâfidir. Manen sağır olanlar, zaten hakkı duyamazlar” ( Hz. Osman (R.A.)) İbni Teymiyye'nin Sapkın İnançları. Anlamı : “Mü’minlerin her kesimden bir gurup, din ilminde geniş bilgi alıp kavimleri döndüklerinde onları ikaz ederler.”. Bu ayetten anlaşıldığı gibi mü’minlerden bir gruba dini konularda geniş bilgi almaları ve insanları uyarmaları konusunda emir verilmektedir. 10) İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58. 12. 9. Hadis. إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ. Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334. 10. Ona zulmetmez, onu (düsmanina) teslim etmez. Kim, (mümin) kardesinin bir ihtiyacini giderirse Allah da onun bir ihtiyacini giderir. Kim müslümani bir sikintidan kurtarirsa, bu sebeple Allah da onu kiyamet günü sikintilarinin birinden kurtarir. Kim bir müslümani (n kusurunu) örterse, Allah da Kiyamet günü onu (n kusurunu) örter. q7BhNxC. İmdat YAVAŞ – İmam Buharî ve İmam Müslim’in müttefik olarak rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamber sas şöyle buyurmuşlardır “İman yetmiş küsur şubedir; en yükseği Allah’tan başka ilah yoktur’ demek, en aşağısı ise eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.”[1] Hadis-i Şeriften anlıyoruz ki, imanın yetmişin üzerinde bölümü, sınıfı veya hasleti vardır. Bu bölümlerin her birine, Peygamber sas tarafından “iman” denilmesinin sebebi ise, bunların imanın bir delili ve işareti olmaları olsa gerek. Yoksa imanın aslı, kalp ile tasdik, yani kalben inanmak, kabul etmek ve boyun eğmektir. Nitekim İmam Ebû Hanife’ye göre de imanın aslı “kalp ile tasdik”tir. Fakat O, bunu yeterli görmeyerek “dil ile ikrar”ı da mümin sayılmanın şartlarından biri, yani imanın bir cüz’ü parçası olarak kabul etmektedir. Buna göre, bir kimse içinden inansa fakat bunu diliyle söylemese- dilsizlik gibi de bir özrü yoksa veya diliyle ikrar etmesi durumunda onun için ölümcül bir tehdit bulunmuyorsa- ona mümin denilemez. İmam Ebû Hanife’nin, dil ile ikrarı imanın bir cüz’ü ve şartı sayması, şöyle açıklanabilir Bilindiği gibi, insan biri ruh ve diğeri ceset olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Ruhun sıfatı kalbin tasdiki, cesedin sıfatı ise dilin ikrarıdır. Dolayısıyla, insanın ruhen batınî yönden mümin sayılması için kalbin tasdiki, ceseden zahiri yönden mümin sayılması için ise dilin ikrarı gerekmektedir. Böylece, kişi her yönüyle hem gizli, hem de aşikâre mümin olmuş olur. Bazı İslâm bilginlerine göre ise; iman sadece kalp ile tasdikten ibarettir. Yani, ahirette mümin sayılmak için dil ile ikrar şart değildir. Evet, dil ile ikrar, dünyevi hükümler uygulanırken kişiye mümin muamelesi yapılabilmesi için gereklidir. Çünkü kişinin ikrarı olmasa, diğer iman ehli hakkında geçerli olan dünyevî hükümler onun hakkında geçerli olmaz. Öşür ve zekât vermesi, imam olmaya uygun olması, vefat edince namazının kılınması, Müslüman mezarlığına defnedilmesi ve benzeri gibi. Yani, “kelime-i şehadet”i söylemek vaciptir. Ancak, bir kimse bir hükmün vacip olduğunu bilse fakat uygulamasa, kâfir olmaz. Yoksa asi olan müminlerin hepsini tekfir etmek kâfir olmakla suçlamak gerekirdi. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır “Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimse ateşten çıkarılır.”[2] Görüldüğü gibi, bu hadis-i şerifte, kişinin imanı konusunda, sadece tasdikten ibaret olan kalbin durumuna itibar olunmaktadır. Onun için, kalbinde zerre kadar iman bulunan kişi ebedi cehennemlik olmaz. Bir başka hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber sas şöyle buyurmaktadır “Allah’tan başka ilah olmadığını bilerek ölen kimse cennete girer.”[3] Bu iki hadisin bize işaret ettiklerine gelince a Birinci hadiste iman kelimesi yer almaktadır. Bununla anlatılmak istenen, peygamberlerin haber verdiği şeylerle ilgili olan şer’î manadaki iman tasdik olmalıdır. Yani peygamberlerin tebliğ ettiği hükümlere inanıp, onları kabul eden kimseye şeran mümin denilir ki, kişi bu tasdiki sebebiyle kendisini azaptan kurtarır. İkinci hadiste ise bilmek kelimesi geçiyor ve “bilirse” yerine “inanırsa” veya “söylerse” denilmiyor. Demek ki, ikinci hadiste söz konusu olan kişi, şer’i imanı yokken sadece bilgisi sebebiyle cennete girmeye hak kazanmış olmaktadır. Bu da şöyle açıklanabilir Asi mümine şefaat etmek, peygamberler, veliler ve salih kimselere havale edilmiştir. Çünkü bu kimsenin, iman bakımından şeriatın zahiriyle irtibatı vardır. Ancak, dağların zirvelerinde, yeryüzünün uç taraflarında bulunan veyahut fetret zamanlarında yaşayıp ta emir ve yasaklar kendisine ulaşmayan kimse -tevhide aykırı hali olmaması ve asli fıtratı üzerine yaşayıp o hal ile ölmesi kaydıyla- cehennemde ebedi kalmaz; bizzat Allah Teâlâ’nın rahmeti ona şefaatçi olup onu ateşten çıkarır. Sonuç olarak diyebiliriz ki; tevhide sarılanlar, her durumda umumi şefaatle cehennemden çıkarılacak ve cehennemde müşrik[4] ve muattıldan[5] başka kimse kalmayacaktır. b Her şer’i yasağın çiğnenmesi, yalanlama küfür ve inkâr sayılamayacağından, şarap içene ve benzeri günahları işleyene kâfir denilemez. Ancak, bazı yasakların yapılması Allah katında yalanlama küfür ve inkâr makamında değerlendirilmektedir. Dolayısıyla onları yapan kimse inandım dese dahi kâfir olduğuna hükmedilir. Zünnar[6]kuşanmak, Yahudi ve Hıristiyanların giydiği takkeleri giymek, Mushaf’ı pisliğe atmak veya üzerine oturmak veyahut öfkelenerek sayfalarını yırtmak ve benzeri fiiller bu kabildendir. c İman; zorunlu olarak sabit olan hükümlerin hepsini tasdik etmektir. Tevhit, nübüvvet, öldükten sonra dirilme, ceza ve diğerleri gibi. Buradan, kişinin mümin sayılması için, icmali imanın[7] 8 yeterli olduğu hükmünü çıkarmak mümkündür. Fakat bazen tafsilat ta şarttır. Mesela; bir kimseye namazın farz oluşundan ve şarap içmenin haramlığından sorsalar, o da cevap veremese küfrüne hükmolunur. Bu yüzden, her mükellefin meşru olan her hükmü bilerek inanması ve Peygambere sas farzların farz, vaciplerin vacip ve sünnetlerin de sünnet olduğunu bilerek uyması vaciptir. Yani, kişi şer’i meseleleri yerli yerinde uygulasa, fakat hükmünün ne olduğunu bilmese ve bu hüküm doğrultusunda inanmasa, amelleri batıl olur ve dini imanı sahih olmaz. d Mukallidin[8] imanı geçerlidir, fakat düşünmeyi ve istidlali terk ettiği için günahkâr olur. Burada kastedilen istidlal mantık ilmindeki istidlal değil, eserden yola çıkarak eserin sahibini ortaya çıkarmak şeklindeki akıl yürütmedir. Meselâ, harikulade bir durum mütalaa ettiğinde sübhanellâh demek böyle bir istidlaldir. Çünkü bu sözüyle kişi “böyle şaşırtıcı bir şeyi yaratmak Allah Teâlâ’ya mahsustur” demiş olur. Bu yüzden Peygamber sas bedevi, çocuk, kadın, köle ve cariyelerin imanını kabul etmiş ve İslâm bilginlerince, taklit sahiplerinin imanının düşünce nazar sahiplerinin imanından daha güçlü olduğu söylenmiştir. Bu nedenledir ki, itikadî meselelerde dinin asıllarında ihtiyatlı olmak gerekir. Çünkü bazen delilde şüphe meydana gelir ve bir süre sonra aksi ortaya çıkar. Onun için derin bilgiye sahip pek çok âlim koca karıların dinini edinin sözü gereğince halkın inandığı şekilde inanmışlar ve “Allah nasıl emrettiyse her şeyi O’nun murat ettiği şekilde kabul ettik” demişlerdir. e İslâm ülkesinde cehalet mazeret olmaz. Onun için, cahil bir kimsenin sarf ettiği küfür kelimesi geçerli olup onunla tekfir edilir. Mesela, bir kimse bir kadınla evlenip ona İslâm’a dair sorular sorsa da bilmese kadın Müslüman sayılmaz. Ancak bu kişi, terim ıstılah bilmemesi sebebiyle değil, bozuk inancı ve büyük cehaleti sebebiyle kâfir olur. Durumu bu şekilde olup inancını ifadede yetersiz kalanlara telkin yolu ile yaklaşmak en güzelidir. Yani “Biz bunu böyle bilip bu şekilde inanmaktayız; görünüşe bakılırsa sen de bu doğru inanca sahipsin” denildiğinde “evet” demesi yeterli görülerek mümin kabul edilmelidir. Dolayısıyla böyle kimselerin şehâdetlerini ret ve iptal etmek için bilimsel kavramlar kullanarak yaklaşmak büyük bir hatadır. Çünkü her kavramın anlamını ancak o ilmin âlimleri bilir, ümmi ve sıradan bir insan nereden bilsin! Bu kimsenin şehâdetinin sıhhati geçerli olması için, Peygamberin sas ismini ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu bilmesi yeterli olup, babasının ve dedesinin isimlerini bilmesi şart değildir. f Kâmil iman; kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmenin yanı sıra tasdik ve ikrar doğrultusunda amel etmektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur Kim işini iyi yaparak yüzünü Allah Teâlâ’ya teslim ederse onun mükâfatı Rabbi’nin katındadır.[9] Yüzünü teslim etmekten maksat ihlâstır ki, şirkten sakınmak ve gerçek itikada sahip olmak demektir. İşleri güzel yapmak amelde ihsan ise, şer’i amellerin özünde zaten mevcut olan güzelliğe ikinci bir güzellik vasfı katmak demektir. Yani kabul edilmesi için ameli, zahiri açık ve batınî gizli bütün şartlarıyla yapmaktır. Meselâ, namazda tadil-i erkâna uymanın yanı sıra, kalp huzuru ve ruhani müşahedenin bulunmasını da gözetmektir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerim’in öngördüğü bu güzel yapma ihsan meydana gelmedikçe, amel eden kimse hayvanların derecesine düşer ve amelleri de hayvanların amelleri gibi olur. Dolayısıyla müminin itikadını düzelttikten sonra amellerine de dinin açık ve gizli olarak güzel gördüğü şekilde yerine getirmesi gerekir. g Mümin, İslâm’ın öngördüğü gibi bir iman ve amel sahibi olsa fakat azabı gerektiren kötü işleri de yapmış olsa, azap gördüğü takdirde kalbine ve abdest organlarına azap edilmez. Çünkü kalbi iman yeri olup, şerefli bir mahaldir ve ibadet organları da ona tâbidir. Nitekim mümin, dünyada zina ve benzeri fahiş kötülükleri yaptığı sürece imanı bir gölge gibi onun üzerinde durur, kötülüklerden dönünce imanı da ona geri döner. Yani, büyük günah işleyen kimse kâfir olmamaktadır. Aynı şekilde, cehennemde azap gören bir müminin imanı da kapıda durur ve kâfirlerin kalplerine işleyen ateş, Hakk’ın inayetiyle, o müminin iman mahalli olan kalbine işlemez. İşte bu yüzden, “imanın mutluluk ve kemale sebep olan ilim olduğu” söylenmiştir. Kısacası, müminin azabı kâfirin azabı gibi olmayıp, aksine herkesin azabı hâline göredir. h İman, en az zerre kadardır ve daha az olması düşünülemez. Zaten dünya kadar olsa sahibi asla azap görmezdi. İmana az veya çok denilmesi, zayıf ve kuvvetli olması yönüyledir. Yoksa iman da nefis gibi tek bir öz cevher olup azalmaz veya çoğalmaz. Nite¬kim nefis gerçekte tek bir öz olmasına rağmen, emmâre, levvâme, mülhime ve mutmeinne[10] şeklinde farklı mertebeleri bulunmaktadır. İşte, nefsin böyle farklı dereceleri olduğu gibi imanın da farklı bölümleri dereceleri, şubeleri vardır ki bunlar şunlardır 1- Allah’ın varlığına inanmak 2- Allah’ın birliğine inanmak 3- Allah’ın hayat sıfatı olduğuna inanmak 4- Allah’ın ilim sıfatı olduğuna inanmak 5- Allah’ın irade sıfatı olduğuna inanmak 6- Allah’ın kudret sıfatı olduğuna inanmak 7- Allah’ın sem’ işitme sıfatı olduğuna inanmak 8- Allah’ın basir görür olduğuna inanmak 9- Allah’ın mütekellim konuşur olduğuna inanmak 10-Meleklere inanmak 11-Kitaplara inanmak 12-Peygamberlere inanmak 13-Âlemin hadis olduğuna sonradan Allah tarafından yaratıldığına inanmak 14-Öldükten sonra dirilmeye ba’s inanmak 15-Kıyamet gününde durdurulup vakfe sorgulanacağına inanmak 16-Dünyadaki amellerden kıyamet gününde hesap vereceğine inanmak 17-Mizanın hak olduğuna inanmak 18-Sıratın hak olduğuna inanmak 19-Şefaatin hak olduğuna inanmak 20-Cennete ve onunla ilgili huri, gılman ve vildan nimetlerine inanmak 21-Cehenneme ve onunla ilgili derecelere, aglal ve enkale inanmak 22-Zinadan korunmak 23-Nikâh akdine riâyet etmek 24-Eşin hakkını gözetmek 25-Ana-Babaya iyilik etmek 26-Çocukları terbiye etmek 27-Akrabalarla ilişkiyi Sıla-i rahim devam ettirmek 28-Büyüklere saygılı olmak ve itaat etmek 29-Kölelere ve cariyelere hizmetini görenlere iyi davranmak 30-İdarecilik görevini liyakatle üstlenmek 31-Cemaate uymak ve ondan ayrılmamak 32-Ulu’l-Emr’e itaat etmek 33-İyilikte yardımlaşmak 34-Dini alametleri yaşatmak 35-İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek 36-Dini korumak 37-Canı korumak 38-Had cezalarını uygulamak 39-Aklı sarhoşluk ve cinnet veren şeylerden korumak 40-Malı korumak 41-Nesli korumak 42-Kazif ve ta’zir cezalarını uygulamak sûretiyle ırz, namus ve şerefi korumak 43-Müslümanları her türlü zarar ve ziyandan korumak 44-Kelime-i Şehadet’i söylemek 45-Doğru sözlü olmak 46-Kur’ân’ı öğrenmek ve okumak 47-Şer’i mesele ve hükümleri ilm-i hal öğrenmek 48-Şer’i mesele ve hükümleri öğretmek 49-Taharete temizlik önem vermek 50-Örtünmek 51-Namaz kılmak 52-Zekât vermek 53-Cenazeyi teşyi etmek techiz, tekfin, salât ve defin işlemlerini yapmak 54-Oruç tutmak 55-Hacca gitmek 56-Adağını yerine getirmek 57-Yeminine sadık kalmak 58-Keffaretleri yerine getirmek 59-Mal hırsına kapılmamak 60-Makam hırsına kapılmamak 61-Kin tutmamak 62-Haset etmemek 63-Riya ve gösterişten uzak durmak 64-Nifak bozgunculuk çıkarmamak 65-Ucubdan kendini liyakat sahibi görmek sakınmak 66-Kibirlenmemek 66-Tevbeye devam etmek 68-Allah’ın gazabından korkmak havf 69-Allah’ın rahmetinden ümit var olmak reca 70-Hayâ sahibi olmak 71-Allah’a şükretmek 72-Vefakâr olmak 73-Sabırlı olmak 74-İhlâslı olmak 75-Allah’ı ve O’nun yaratmış olduğu varlıkları sevmek 76-Tevekkül etmek 77-Kadere boyun eğmek, isyan etmemek İmdat YAVAŞ [1] İmam Buharî’nin rivayetinde “altmış küsur” şeklinde geçen bu sayıyı, bazı hadis bilginleri “yetmiş yedi”ye kadar çıkarmaktadırlar. Bkz. Müslim, I, 63; Buharî, I, 12; Tirmizî, V, 10; Ebû Davûd, IV, 219; Nesaî, VIII, 110; İbn Mâce, I, 22; İbn Hibbân I, 387. [2] Buharî. VI, 2707; Müslim, IV, 2260; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 594; Ahmed, Müsned, I, 416, II, 166. [3] Müslim, I, 55; İbn Hibbân, I, 430; Hâkim, el-Müstedrek, I, 143, 502; Ahmed, Müsned, I, 65, 69; Beyhakî, Şu’abü’l-iman, I, 109. [4] Müşrik; kendisinden putlara tapmak gibi tevhide aykırı eylem sâdır olan kimsedir. Bu yüzden, onun bilmesine itibar edilmez. Yani sadece Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetini söylemesi kafi değildir. Ancak söylediği sözün tevhîde aykırı olmaması durumu müstesnadır. [5] Muattıl; kâinatın bir yaratıcısı olduğunu kabul etmeyendir. Yani “kâinatın yaratıcısı yoktur, cisimler, bu şekilleri içinde ezelî ve ebedîdirler” diyen kimsedir. [6] Zünnar Papazların bellerine bağladıkları uçları sarkık, ipten örülmüş kuşak. [7] İcmali iman İman esaslarına kısaca ve topluca inanmak. [8] Mukallid Başkasının sözünü delil olmaksızın kabul eden kimsedir. [9] Bakara sûresi, 2/112. [10] Nefs-i emmâre Sahibine kötü arzu ve isteklere ve dininin emirlerine karşı gelmeyi emreden nefis. Nefs-i levvâme Rabbine isyan edince üzülen kişinin nefsi. Nefs-i mülhime Allah Teâlâ’ya itaatte henüz karar kılmamış olduğu için temizlenmesi gereken nefis. Nefs-i mutmeinne Olgunlukta birinci derecede olan nefis.

iman yetmiş küsür derecedir hadisi arapça